Haftaya Bakış (291): Gazetecilere gözaltı | Bahis operasyonu | Heyet İmralı'ya gidecek mi?

07.11.2025 medyascope.tv

7 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can'la birlikte haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba, Ruşen. Haftanın öne çıkan olayı sensin.

Ruşen Çakır: Ben ve dört kişi daha, toplam 5 kişiydik. Aslı Aydıntaşbaş Amerika'da olduğu için dâhil olamadı. Biz birbirimizi biliyoruz Kemal. Neler yaşadık, neler yaşayabilirdik, ama 40 yıllık gazetecilik hayatımın en canımı sıkan olaylarından birini yaşadım açıkçası. Onu herkese söylemeye çalışıyorum. Bu 40 yılda 40 tane dava açılabilirdi hakkımda ve bunların hepsinin de bir anlamı olabilirdi. Buradaki suçlama nedir? Bir şey olur, tartışırsın, değil mi? Bana, “Şu yazıları niye yazdın?” diye soruyorlar. Size ne, yazarım. Ama burada şunu özellikle vurgulamak istiyorum. ‘’Bu gözaltı mı, değil mi?’’ meselesi var ya. Şimdi ben emniyetteki ifade ve salıverilmeden sonra baktım, mesela Anadolu Ajansı, Milliyet gazetesi gibi yerler, “İfadeye çağrıldılar” demişler. Böyle bir şey yok. İstanbul'dakiler sabahın köründe götürüldü, ben de İstanbul dışında olduğum için öğle vakti götürüldüm. Bizler ifadeye çağrılmadık. Benim daha önce bir iki kere ifadeye çağrılmışlığım var. Bir ikisinde mahalle karakoluna, bir kere de Vatan’daki Emniyet’e gittim. Değişik konularda ifadeye çağrılıyorsunuz. Orada ne oluyor? Kendiniz gidiyorsunuz, geliyorsunuz, sonra savcılar ne yapıyorlarsa yapıyor. Buradaki öyle bir şey değil. Polisler geldi, baktım bir tutanak tutuyorlar. Tutanakta “Yakalama” yazıyor. Polislere, “Arkadaşlar, ben nereye kaçıyordum da beni yakaladınız?” diyorum. Onlar da klâsik söylemle, “Biz ne yapalım? Orada öyle yazıyor” diyorlar. ‘’Yakalama’’ yazıyor, ‘’dijital materyallere el konulması’’ yazıyor. Ondan sonra da ifadeye çağrıldı deniyor. Böyle bir şey olmadı. Sonra telefonlarımıza el koydular. Telefona niye el koyar insan? Yani bir suç mu var, nedir mesele? İfadeye çağrılan insanın telefonunu niye alıyorsun? Sabahki yayınımda https://medyascope.tv/2025/11/07/rusen-cakir-yorumladi-benim-kucuk-gozaltim/ da söyledim; benim ve gazetecilik mesleğindeki bütün gazeteciler için en önemli sermayemiz telefon numaramızdır. Orada benim haber kaynaklarım kayıtlıdır, haber kaynaklarında da benim numaram kayıtlıdır. Mesela birisi bana bir haber verecekse, bir şey anlatmak isteyecekse, telefondan ulaşır. Şimdi WhatsApp'la işler iyice kolaylaştı ama numaran lazım. Telefona el koyuyor. Niçin alıyor? Bugün SİM kartını yenilemek için uğraştım. Orada da ilginç şeyler oldu. E-Devlet'e girmen gerekiyor. E-Devlet telefona kod yolluyor. SİM kartımı yenilemek için e-Devlet’te işlem yapmaya kalkıyorum. “Telefonuna yolladığım kodu gir” diyor. Nasıl gireyim, telefon bende değil ki. Böyle abes bir şey.
Bir de şöyle bir şey var. Biliyorsun mayıs ayında Akşam gazetesinde bir haber çıktı; on küsur gazetecinin adı var. Oradaki gizli tanığın adı Meşe miydi? Öyle bir adı vardı onun, bir ağaç adıydı. Sonra bir baktık, burada İlke adlı birisi. Adını mı değiştirdiler adamın ya da kadının? Cinsiyetinin ne olduğunu bilmiyorum tabii, herhâlde erkektir. İlke çıktı ve 6 kişinin adını verdi. Hâlbuki Akşam gazetesinin haberine göre 10 küsur kişiydi. Ben, yeni bir gizli tanık bulmuşlar ve o sadece 6 kişinin adını vermiş zannettim. Ama hayır, ben orada dalmışım. Ali Deniz “Baba, orada hepsinin adı yazıyor” dedi. Hakikaten soruya baktım, o çağrılmayan diğer kişilerin de adı var. İyi ki çağrılmamışlar tabii de, orada yazanlar, Akşam gazetesindeki haberin devamı, ama gizli tanık değişiyor.
Hatırlarsan, Akşam gazetesinin mayıs ayındaki o haberi https://www.aksam.com.tr/guncel/imamoglu-medyasi-as/haber-1570266 bir pazar günü yayımlanmıştı. Ne olmuş olabilir diye düşünürken, maça gittim o gün. Jeton maçta düşmüştü ve baktım, ifadeyi alan memure bana gösteriyor. Bakıyorsun listeye, Seyrantepe, Seyrantepe, Seyrantepe. Seyrantepe neresi? Bizim stadyum. Hatta Murat Ongun'la eşleşmelerin bazılarında doğrudan Aslantepe yazıyor. Bizim stadın adı ya Aslantepe.
Kemal Can: Evet. Hatta sen bu konuda yayın https://medyascope.tv/2025/05/21/her-kusun-eti-yenmez-video/ yapmıştın.

Ruşen Çakır: Evet. O zaman yaptığım yayında da akıl yürütmüştüm. Zaten kendi ellerinde de var. “Bu tarihlerle Galatasaray'ın maçlarını karşılaştırın” dedik. Bir de Sanayi Mahallesi var. Sanayi Mahallesi de 2020’ye kadar Medyascope’un eski yeri. Sonra ne var? Şimdiki Sarıyer, Maslak var. Mesai yaptığım bir yerde benim cep telefonum sürekli sinyal veriyor. Diyelim ki adı geçen şahıslar, bir şekilde, ayda bir Sanayi Mahallesi’nin yakınından geçtiyse, ben onunla buluşmuş oluyorum. Tabii burada şöyle bir husus var: Türkiye'de bu işin artık ne kadar ayağa düştüğünü bizzat yaşadık. Yani biz şimdiye kadar bu konuda çok haber yaptık, Osman Kavala, Gezi davası, HDP'liler vesaire hakkında. Kendin yaşıyorsun, görüyorsun, ortada iler tutar hiçbir şey yok. Ama seni bir yerden bir yere arabayla götürüyor, hastanede rapor aldırıyor. Bir de biliyorsun, bulunduğum ilin hastanesine gittim, sonra İstanbul'a gelince, İstanbul'un hastanesine ayrı gittim. Protokol öyleymiş. Bunu yaparak bütün eşini dostunu tedirgin ediyor. Ondan sonra da, “Bununla ne yaptın?” gibi böyle uyduruk sorular geliyor. Kim olduğu belli olmayan bir tane gizli tanık. Mesela Trabzon’da bir şey çıktı, “Bu nedir?” diye sordum. Bir baktım tarihe, Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Kılıçdaroğlu'nun Trabzon mitingini izlemiştim, meğer oymuş. Sonra, İzmir mitingi. İzmir mitinginde sen de vardın.
Kemal Can: Evet. Bizimle görüşmüş.

Ruşen Çakır: Sen de vardın o İzmir mitinginde. Bir de, CHP'nin o büyük kurultayı var. Şimdi nasıl oluyorsa, bu İzmir mitinginde, mitingin bir yerinde o kişi bana para veriyor mesela ya da Galatasaray maçında.
Kemal Can: Para vermek için mitingde buluşuyorsun.

Ruşen Çakır: Hakikaten en acısı şu: “Bu yazıyı niye yazdın?’’ diye soruyorlar. Niye yazdın?” Daha doğrusu, yazı da değil onlar. Onlar yazılı kısımların görselini almışlar. Önce, ‘’Ekrem İmamoğlu Mucizesi’’ başlığıyla bir yayın https://medyascope.tv/2025/04/25/ekrem-imamoglu-mucizesi-rusen-cakir-yorumluyor/ yapmıştım. Bir de, “Bir EİTO (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!” başlıklı bir yayın https://medyascope.tv/2025/05/15/iktidar-yeni-tehdit-pazarliyor-rusen-cakir-yorumladi-bir-eito-ekrem-imamoglu-teror-orgutu-eksikti/ yapmıştım. ‘’EİTO (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) derken, aslında bir kelime oyunu yaptım orada. Belli ki rahatsız olmuşlar. Olabilir, olsunlar. Ama buradaki suçlama nedir? Orada, gerçek dışı şeyleri yaymak gibi garip bir suçlama var. Nasıl olacak bilmiyorum. Kızayım mı güleyim mi bilemedim. Ama çok öğretici oldu, gerçekten çok öğretici oldu ve birkaç saat de olsa, hukuk anlamında, Türkiye'nin geldiği dip noktayı bizzat yaşattılar.
Kemal Can: Zaten galiba niyetleri de, istedikleri de o. Hem sana yaşatmak, hem de çevrendeki dostun, yakının, ailene bir rahatsızlık, tedirginlik, mümkünse endişe salmak. Bir de, bu haberi duyanların, bunun üzerine düşünecekleri endişe. Kaç tane olay üstüne defalarca burada yayınlarda beraber konuştuk, bir tanesi de senin üzerinden gerçekleşti. Bir tür, ‘’o da alınıyorsa, o da böyle bir muameleye maruz kalıyorsa, herkese olabilir’’ fikrini iyice yerleştirmek, kanıksatmak, kabul ettirmek. Zaten bu gözaltı hikâyeni anlattığın bir yayın https://medyascope.tv/2025/11/07/rusen-cakir-yorumladi-benim-kucuk-gozaltim/ da yaptın, orada zaten etraflıca anlatıyorsun. Ama şimdi parçaları birleştirince, senin söylediğin gibi, bu işlemin, o baz olan habere dayalı olarak yürüdüğü anlaşılıyor. Oradan birtakım isimler seçilerek bir şey yapılmış. Üstelik de bu, hemen peşinen, isimle duyurularak yapıldı. Senin, ‘’X’’ hesabından “Evde bulaşık yıkıyorum’’ paylaşımını yapmana neden olan şey, bunu gayet hevesli biçimde yaymaya teşne olan insanların faaliyetiydi. Bu arada, onlar gelmeden önce bulaşıkları bitirebilmiş miydin, bilmiyorum.
Orada mesele şu: Bahis soruşturması var biliyorsun. Bugün savcılık bahis meselesinde gözaltılarla ilgili yazılı bir açıklama yapmış. Ama gözaltına alınan isimleri sadece baş harflerini kullanarak açıklamayı yazmış. Sizin gözaltılarla ilgili açıklamada ise isimler açıkça belirterek yapılmıştı. Yani tam da aslında o senin kınadığın, haberi yaymaya teşne olan o insanlara, ‘’alın bunu servis edin’’ diye verilmiş. Yani biz bu isimleri alıyoruz’’ anlamında. Bu, zaten şöyle bir şey: ‘’İfadeye çağrılma’’ deniyor teknik olarak, ama polisin elinde ‘’yakalama’’ diye bir şey yazıyor. Senin dediğin gibi, ifadeye çağrılmış insanın telefonuna niye el konur? Niye yurt dışına çıkış yasağı konur? Yurt dışına çıkışı sakıncalıysa, bu sakıncayı yaratan şey nedir, onu açıklaması gerekir. Bu yapılanlar, biraz da bir tür medyatik bir faaliyet aslında. Pek çok siyasi gözaltında. Bir süre önce iş insanlarına yaptılar. Ondan daha önce sanatçılara yaptılar. Böyle paket paket bir şey. Gazetecilere zaten yol oldu bunu yapmak. Ve senin söylediğin gibi, asıl iki tane kritik nokta var. Birincisi, bunu böyle ifşa ederek, afişe ederek, reklam ederek, ‘’onları da aldık’’ havası yaratarak, kimine endişe salarak, kimine şaşkınlık yaratarak, sonuçta bu havayı güçlendiren bir şey.
İkincisi, senin anlattığın temel mesele, yani sorulan sorular. Şimdi o haberle ilgili sorular bir kenara, oradaki saçmalıklar bir kenara, daha önce de örneklerini gördük, sen de artık bizzat görmüş oldun. Yaptığın işe ilişkin, işin kendisini ‘’suç’’ diye tarif eden ya da oradan bir suç üretmeye kalkan bir yaklaşımla karşı karşıyayız. ‘‘Gazetecilik suç değildir’’ sloganının çıkmasına neden olan şey, gazetecilik faaliyetinin kendisinin, yani bir yayın yapmanın, bir yazı yazmanın, bir haber yapmanın kendisinin bir suç teşkil edebileceğinin iddiasını ortaya koymaları. Bu, çok temel bir şey. Bundan yıllar önce, Erdoğan bazı kitapların bombadan bile etkili olduğunu söylerken bunu kastediyordu. Yani yapılan işlerin kendisini suç haline getiren, siyaset yapmanın, hukukçuluk yapmanın, avukatlık yapmanın, gazetecilik yapmanın, sivil toplum kuruluşlarında çalışmanın, aklı ya da fikri olmanın bile suç teşkil ettiği bir iklim yaratmak. Dolayısıyla burada da göz önündeki insanları, bu tür faaliyetleriyle bazen rahatsızlık veren ve bu tür faaliyetlerde inat ve direnç gösteren insanları seçerek yapıyorlar. Dediğin gibi, o haberde geçen insanların ne kadarını neden ayıkladılar? Neden böyle bir şey yaptılar? Hatırlıyorsan, o dönemde, o haber de birkaç değişikliğe uğramıştı. Bir versiyonunda olan isimlerle, diğer versiyonunda olan isimler bile değişmişti. Dolayısıyla, bu operasyonların hiçbirinin hukuki bir arka planı yok; bir siyasi hesaba dayanıyor. Bunu defalarca konuştuk. Bu siyasi hesap da dediğim gibi, genel siyasi iklimle ilgili. O yüzden, buradaki hukuki mesnetsizliği sürekli hatırlatmamız lazım, bunu söylemekten vazgeçmememiz lazım. Ama saf olup, sahiden şaşırdığımız için bunu anlatmıyoruz, bunu söylemeye mecbur olduğumuz için bunu söylüyoruz. Onlar gerekçe aramaya ihtiyaç duymayabilirler, herhangi bir mantıklı neden bulma ihtiyacı olmadığını düşünebilirler. Ama biz bunu sürekli hatırlatmak zorundayız. Burasının bir hukuk devleti olduğunu zannettiğimiz için böyle yapmıyoruz, bunu kabul etmeyi kabul etmediğimiz için, bunu kanıksamayı kabul etmediğimiz için bunu tekrar etmeye devam ediyoruz.
O yüzden, senin anlattığın hikâyede, sana sormak için yazdıkları listedeki o tarihlere baksalar, ki sen bundan önce bunun yayınını da yaptın, o tarihlerin maçlara denk geldiğini, senin bir seferde aklına gelen, “Bu hangi gün acaba? Trabzon'da ne olmuş da ben oradaymışım?” dediğinde pat diye bulabildiğin şey, bilmem kaç polisin, bilmem kaç savcının, ellerinde bilmem ne kadar dijital ve konvansiyonel olanak bulunan yargı mensuplarının bulamayacağı bir şey değil. Bulamadıklarından böyle yapıyor değiller. Yani sahiden o baz istasyonları karşılaşmış, “Aa, yakaladık” filan demiyorlar. Çünkü tarihlere bakmak çok zor bir şey değil. Tarihler, dediğin gibi maç günlerine denk geliyor, mitinge denk geliyor, kongreye denk geliyor. Adresler de, tarihler de uyuyor. Yani bunu görmek için büyük bir zekâya gerek yok. Ama hep konuştuğumuz şey, buna ihtiyaç duymuyorlar. İnsanları böyle mahkûm ettiler zaten.

Ruşen Çakır: Söylediğini anlıyorum da, şöyle de bir şey var. Bizlerin üzerinden, mesela benim üzerimden başkalarının gözünü korkutmak istiyorlar, bu bir. Genç bir gazeteci, “Ruşen Çakır'a bunu yapıyorlarsa, bana neler yapmazlar?” diyor. Ama burada bir şey var. 19 Mart'ı da bunun için çok konuşuyoruz, biliyorsun. Benim rahatsızlık yaratan yayınım ‘’Ekrem İmamoğlu Mucizesi.’’ Yani ters tepiyor. Şimdi bunu ters teptirirsen elinde kalacak. Şimdi bakıyorum, ne zamandır sesini duymadığım bir yığın insan, ki bunların içerisinde bazıları iktidar yanlısı, bana, “Geçmiş olsun” demiş. Yeni yeni görüyorum mesajları. Sonuçta, istediklerini de pek yaratamıyorlar. Yani kalkıp sessiz, cezasız bir şekilde sineye çeksek, ben mesela sussam, bu sabah yayını yapmasam, bugün burada bunları konuşmasak, yarın yine bu konuda bir şeyler söylemeyecek olsam, anlarım. Buradaki hikâye şu: O kadar acemice işler yapıyorlar ki, akıl alacak gibi değil. Kötü olmak tek başına yeterli bir şey değil. Kötülüğün profesyonelliği olması lazım, anlatabiliyor muyum?
Kemal Can: Düşmanın bile akıllısı lazım insana.

Ruşen Çakır: Beni almaya gelen polislere, “Sizler 30 yaşlarındasınız. Ben, siz daha doğmadan sizin meslektaşlarınızı tanıdım” dedim. Ben de 19 yaşındaydım. Bilmem kaç gün siyasi şubede gözaltında işkence gördüm. Yani onlar gerçekten profesyoneldi. Burada nedir, neyi söylüyorsun? Bir şey söyleyemiyorlar Kemal, biliyor musun? Bu iş nasıldır? Polis suçluyu alır, onun suçlu olduğunu bilir ve ona göre muamele yapar. Muamelesinde illaki itip kakması gerekmez. Ama gelen insan senin suçlu olduğuna inanmıyor ki zaten. Çünkü suç mefhumu yok. Nedir, ne olabilir? Adam yaşıma bakıyor, yaşım 63 ve şaşırıyor. ‘’Ne yapmış olabilir?’’ diye şaşırıyor yani. Neyse bunu çok uzatmayalım, kendimizden çok bahsediyor gibi olmayalım.
Kemal Can: Aslında kendinden bahsediyor değilsin. Yani sen de defalarca konuştuğumuz bir şeyin içine düştün. Hep, “Gazeteci için en kötü şey, kendisinin haber konusu olmasıdır” denir ya. Yani haber uğraşacağımız bir şey olmalı, haberin kendisine konu olmamalı gazeteci. Ama bugünün Türkiye'sinde, pek çok olayda, gazeteciler doğrudan haberin konusu hâlinde. Yani yargılanmalarıyla, gözaltılarıyla, uğradıkları baskılarla, alanda bazı genç meslektaşlarımızın uğradığı muamelerle, zaten gazeteciler haber konusu, ama onunla sınırlı değil. Şimdi bu vesileyle kendinden bahsediyor ya da kendi uğradığın haksızlıktan bahsediyor değilsin. Bir bütünün içerisinde… Zaten sen bunu ‘’Benim Küçük Gözaltım’ diye tarif ederken söylüyorsun. Mesela Tayfun Kahraman hadisesini de senin gözaltına alındığın gün gördük. Erdoğan'ın söylediği, “Türkiye yargı devletidir” hadisesinin ne anlama geldiğini, hem bu gözaltılarda sen de deneyimledin, hepimiz izleyerek gördük, hem de mahkeme düzeyinde bir sonuç gördük. Anayasa Mahkemesi kararını takmayan mahkemeyi gördük.

Ruşen Çakır: Selahattin Demirtaş konusuna geçelim. Dün, Selahattin Demirtaş'a yakın birisine… Dün acayip şeyler oldu zaten. Bir de, herkes sabah alındı, ben öğlen alındım. Arada birtakım leş kargaları kendini gösterdi, mutluluk çığlıkları attılar, kısa da olsa bir hayâl kırıklığı yaşadılar. Tabii onların şöyle bir hayal kırıklığı var, o da, tutuklanmamış olmamız. Artık bir dahaki sefere diye dua ediyorlardır herhâlde. Neyse. Dün Selahattin Demirtaş'a yakın birisine, “Ben Selahattin Bey’i beklerken, ben içeri gireceğim galiba” dedim. O da, “O zaman sizi ziyarete geliriz” dedi. Erdoğan ‘’hukuk devleti’’ derken…
Kemal Can: ‘’Hukuk devleti’’ değil, ‘’yargı devleti.’’

Ruşen Çakır: Evet, yargı devleti. Bahçeli alenen Selahattin Demirtaş'ın çıkmasını istedi, değil mi?
Kemal Can: “Hayırlı olur” dedi zaten.

Ruşen Çakır: Sorulara cevap verirken öyle dedi. Erdoğan ne yaptı? Yine topu taca attı. Sonra Adalet Bakanı’na bakıyorsun, ‘’İstinafa gitsinler de bilmem ne olsun,’’ gibi bir şey söylüyor. Normalde bir talimatlık iş. Adalet Bakanlığı’nın, “AİHM kararı” deyip talimat vermesi gerekir, ama yine olayı dondurdular. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğerleri her an çıkabilir, ama çıkmazsa da hiç şaşırmayız. En son mesela Tayfun Kahraman olayında…
Kemal Can: Ruşen, Tayfun Kahraman olayında da, bu olayda da hepsi her an çıkabilir, yarın da çıkabilir, öbür gün de çıkabilir, ama herkes ne olduğunu düşünecek? Yargı kararı, yani AİHM bu kararı verdiği için çıktı görüntüsü vermek yerine, biri izin verdiği için çıktı olacak. Yani karar çıktığı anda bunu yapmadığın zaman, bir onaya bırakıyorsun ve o onayın verilmesi durumunda bunun olması, artık onun bir yargı prosesi olmaktan çıkması demek. Yani bugün de çıksa, şu saatte de çıksa, yaratılan etki bu,

Ruşen Çakır: Bahçeli de “Çıksın” derken yargıçlara seslenmiyor. “Çıksın,” derken, o öpüp kokladığı Cumhur İttifakı'nın ortağına sesleniyor sonuçta. Bahçeli Salı günkü Grup Toplantısın konuşmasında, hem Cumhur İttifakı’nın sağlamlığından bahsediyor, ama esas olarak da Erdoğan'a, ‘Çıkart artık’ diyor, öyle değil mi? İmralı meselesinde de öyle. Bahçeli, Grup Toplantısında ikinci kez söyledi İmralı meselesini. Normalde, söyledi ve olması lazım, değil mi? Ama hâlâ olmuyor. Selahattin Demirtaş olayı da öyle. Yani olayın hukukla, AİHM kararıyla alâkası yok. AİHM'in son aldığı karar tabii ki işi daha kolaylaştırıyor. Ama Erdoğan ‘’Ben ne yapabilirim? Yargı ne derse o’’ diyebilir.
Kemal Can: Hatırlarsan, Rahip Brunson da hesapta yargı kararıyla gönderildi. Ama Trump öyle demiyor. Üstelik Trump beş kere filan, “Başka türlü oldu” diye ısrar ediyor.

Ruşen Çakır: Peki, sence heyet İmralı’ya gidecek mi?
Kemal Can: Israr ve mesajlardaki yoğunlaşmayı söyledin zaten. Bir de, Cumhur İttifakı medyasının kanatları, bu konuda çok açık bir kapışmaya giriştiler. Biliyorsun, Bahçeli bu çıkışları yaptıktan hemen sonra Yeni Şafak gazetesi ‘’Komisyon İmralı'ya gitmesin’’ manşetini attı. Bugün de Türkgün gazetesi, Yeni Şafak'a doğrudan “Derdiniz Ne Sizin?’ manşetiyle cevap verdi. Bahçeli'nin söyleyişiyle, “Ne yapmak istemektesiniz?” dedi. Hani bu ‘‘Aralarında sorun var mı? Bu, rol paylaşımı mı, tiyatro mu? Çatlak var mı, patlak var mı?’ meseleleri sürekli tartışılıyor ya, bu, artık demeçler, imalar, dokundurmalarla değil, medyalar üzerinden yürümekte olan bir şey hâline dönüştü. Bu, senin dediğin gibi iki üç şeye dayanıyor. Birincisi, birkaç haftadır hep söylediğim gibi, Erdoğan süreci kontrol altına aldıktan sonra, bazıları bunu pozitif bir şey olarak gördü. Ama ben bunu yakın gelişmeler açısından da çok pozitif bir şey olarak görmedim. Hatta hatırlarsan, “İyimserler pek mutlu olmayabilir Erdoğan'ın inisiyatifi almasından” dedim. Bu yavaşlama hadisesinden de bunu görüyoruz.
Şimdi hızla bir Demirtaş hamlesi olur mu bilmiyorum, ama İmralı meselesinde bir problem var. Üstelik İmralı’ya gidilse de, bu problem artık yerleşmiş bir problem. Şimdi bu tartışmalar şöyle sonuçlar doğuruyor: Sonuçta hadise olsa bile, onun olma sürecinde birtakım pozisyonlar deklare edildiği için, o olan şey, ‘’iktidarın bütün kanatlarıyla bu işin arkasında’’ görüntüsünü değiştiren bir şey hâline geliyor. Bu, tartışma komisyonun kurulma sürecinde de yaşandı, biliyorsun. Önce komisyonun kurulması yavaşlatıldı. Sonra komisyonun içeriği ve görevi ile ilgili birtakım problemler oldu ki bence hâlâ birtakım sorunlar var. Şimdi de İmralı ile ilgili benzer bir problem var. AKP'li birtakım çevreler bunu siyasi gerekçelerle ilişkilendiriyor. Ama bence bu, oy hesaplarının, konsolidasyon hesaplarının ötesinde, bu sürecin kimin kontrolünde ve kimin adımlarıyla gideceği konusunda kritik bir eşik. Dolayısıyla, ben İmralı'ya gidileceği kanaatindeyim. Yani komisyonun tamamı olmasa da, seçilmiş, belki daha küçük bir temsilî heyet olarak gidilecek. Ona kim katılacak, kim katılmayacak, o da bir tartışma konusu. Ama artık Demirtaş bırakılsa da, ‘’kimin onayıyla bırakıldı?’’ İmralı'ya gidilse de, ‘’kimin onayıyla gidildi?’’ meselesi, sürecin içerisinde yine tartışılmaya devam edecek. Bence bu artık netleşti. Bu meselenin bu kadar uzatılmasının nedeni, kimsenin kafasında tereddüt kalmaması içindi bence. Bu pozisyon farklarını defalarca altını çizerek, herkes yeniden ezberlerine yerleştirdi.
Bu, muhalefet kamuoyu açısından da önemli bir eşik olacak. Bugün Öcalan'ın aile görüşmesi üzerinden gönderdiği mesajda, yine CHP göndermesi var. Yani hem Bahçeli'nin hem Erdoğan'ın, bu hafta içerisinde CHP taarruzlarını, salvolarını arttırmış olmasına karşı mı geliyor o mesaj?  Ya da CHP'nin üzerindeki, İmralı'ya giden heyete katılmama baskısının artmasından mı kaynaklanıyor? Çünkü Öcalan’ın, “Bu, sadece MHP ve AKP'nin süreci değil. Bunun böyle anlaşılması lazım” diye bir cümlesi var. Medyadan öyle yansıdı. Bu, tam İmralı tartışmalarının üzerine oturuyor. Bence burada hâlâ bir problem var. Gidilse bile, problem bitmiş anlamına gelmeyecek.

Ruşen Çakır: Son olarak şu bahis meselesinden biraz bahsedelim. Doğru olan yapıldı, isimler verilmedi, ama tabii bazı isimler çıktı ortaya. Özellikle Eyüpspor Başkanı ve Kasımpaşa'nın eski Başkanı Fatih Saraç.
Kemal Can: ‘’Alo Fatih’’ olan Fatih bu.

Ruşen Çakır: Evet. Fatih Saraç’ın ağabeyi Yekta Saraç da YÖK Başkanı’ydı. Babaları Mehmet Emin Saraç, Türkiye'de İslami camianın en önemli ulemalarından birisiydi. Yıllar sonra Fatih Saraç'ın böyle bir şeyde gözaltına alınması çok manidar. Ama şöyle bir şey var: Çok sayıda yöneticinin ve hakemin adının karıştığı bir şeyden bahsediliyor. Eskiden şike muhabbetleri vardı Türkiye'de. Şimdi de bahis muhabbeti çıktı. Bahis meselesi Türkiye'de gerçekten çok acayip bir yere doğru gidiyor. Geçenlerde, şimdi adını hatırlayamayacağım birisinin çok ilginç bir saptaması vardı. Artık orta sınıfın çözülmesiyle birlikte, insanlar, bu kripto para, bahis, borsa gibi yerlerde şansını deniyor ve özellikle yurt dışı üzerinden yapılan yasadışı bahiste çok büyük paralar akıyor. Çünkü onun çok basit bir mantığı var. Yasal bahiste çok ciddi bir vergi kesintisi varken, ötekisinde o vergi kesintisi yok. Ve tabii bu arada o paranın aklanması konusu var. Diyelim ki yurt dışında bir bahis oynadın, bayağı para yatırdın ve kazandın. Onu sisteme nasıl sokacaksın ya da o parayı nasıl yatıracaksın? Oralarda da bayağı bir sektör oluştu. Şimdi el konulan çok sayıda holdingde birtakım para işleri, finans işleri yapan yerlerin hep yasadışı bahis ayağı var. Kuzey Kıbrıs'ın bu konuda çok önemli bir yer olduğu söyleniyor.
Açıkçası benim merak ettiğim şey, ne oldu da buna giriştiler? Çünkü belli ki bu, yıllardır bilinen bir şey. İkincisi, bir hakemin, bir futbol yöneticisinin, bir futbolcunun bahis oynaması doğru değil, hatta ceza da olabilir. Ama en çok merak ettiğim, hakikaten maçlar satıldı mı? Mesela bahis oynayan bir hakem, maçın kaderini değiştirecek karar aldı mı? Ya da ‘Bahis oynayan ya da oynatan kulüp başkanı, gerekirse takımının yenilmesini sağladı mı?’ gibi ilginç sorular var. Onları çıkartmayacaklar, çıkartamayacaklar herhâlde. Sadece banka hareketlerine bakarak bir şeyleri söylüyor olsalar gerek. Her halükârda arı kovanına bir çomak sokuldu, ama bunun devamı gelecek mi, nasıl gelecek? Bir sistemi tamamen çökertebilecek bir şey. Çünkü Türkiye'de artık sektör olarak da, kurum olarak da hiçbir şey kalmadı, büyük bir çürüme var. Zaten futbolun tadı da kalmadı, o da ayrı bir hikâye. Farkındaysan, hiç kimse de şaşırmıyor, ‘’Nasıl olur’’ demiyor insanlar. Bakıyorlar, bekliyorlar. Buradan çok somut birtakım sonuçlar çıkacak mı, cezalandırmalar çıkacak mı, bilmiyorum. Ama Futbol Federasyonu yaptığına pişman da olabilir, çünkü sürdürülmesi öyle kolay bir iş değil sanki bu.
Kemal Can: Senin de söylediğin gibi, bu bahis işi, artık o sektörü domine eden ana gelir kalemi hâline dönüşmüş gibi görünüyor. Sadece Türkiye'de de değil, bütün dünyada spor ve bu bahis meselesi çok ciddi bir ekonomi oluşturuyor. Bu yasadışı bahis üzerinden de Türkiye için söylenen rakamlar korkunç meblağlara ulaşıyor. Büyük bir network, büyük bir ekonomi var arkasında. Doğrudan bazı takımların bile sahibi olan bir şebekeden bahsediliyor. Senin söylediğin gibi, kendi maçından para kazanan bahisçi birtakım insanlardan söz ediliyor. Bu son gözaltılarla ilgili savcılık açıklamasında ‘‘Müsabakanın sonucuna etki etmek’’ cümlesi geçiyor. Yani sadece bahis oynatmak değil, senin söylediğin gibi, bahsin gerçekleşmesi için müsabakalara müdahale etme, dolayısıyla şikeyi ve benzeri tarafları da işaret eden bir soruşturmaya doğru yürüneceği intibaı var.
Ama bunu defalarca başka meselelerde konuştuk. Yargıda peş peşe olan, bazı avukatları, bazı yargı mensuplarını da içine alan birtakım şebekeler oluştuğu ve orada ciddi bir çeteleşme denilebilecek ebatta bir bozulmanın yaşandığı, daha önce Merkez Bankası’na kadar da giden, borsa, dijital paralar, o alandaki problemler, hatta gayrimeşru âlem, mafyanın yeniden yapılandığı gibi birtakım operasyonlar, söylentiler, bunun iktidar içerisindeki çeşitli kanatların mücadelesi hâlinde cereyan ettiğine ilişkin dedikodular ve son olarak bu hadise de şunu gösteriyor aslında. Bunu yine başka vesilelerle konuşmuştuk. Bu, aşırı merkeziyetçi, aşırı merkezî kontrol içeriyor görüntüsü veren, ama aslında pek çok alanda son derece kontrolsüz boşluklar bırakan, keyfilik alanları üreten, oraları böyle daha organize küçük çetevari yapıların, birtakım güç merkezlerinin ele geçirdiği bir bozulma sürecini görüyoruz. Kurumsal bozulmanın böyle bir arka cephesi ve bunun yarattığı bir ekonomi var. Tıpkı, diğer ekonomik imkânların dağıtımının kontrolü gibi, bu karanlık ekonominin de birtakım dağıtım ve paylaşım mücadeleleri var ve bunların içerisinde tabii ki siyasi güçlerin de önemli rolü var.
Hatırladığım kadarıyla, bu mafyalar, çeteler, bu yeni tip çeteler mevzusunu iki üç hafta önce de konuşmuştuk. Sonra yine birtakım operasyonlar yapılmıştı. Yine yargıya ilişkin operasyonlar kısmında da bunu konuşmuştuk. Ben, bir çeşit sadeleştirmeye doğru gidildiğini, bu tür alanlarda, kontrolsüz ve çok sayıda küçük çıkar grubunun aktive olduğu alanlarda, bir sadeleştirmeye, bir tanzime yönelindiğini fark ediyorum. Tabii ki her türlü yeni tanzim hareketi, mutlaka birtakım gerilimler, mücadeleler ve çatışmalarla yürüyor. Senin söylediğin gibi, bu hadisenin de, diğer hadiselerin de, topyekûn bir yüzleşme, bir temizlenme, tabir yerindeyse bağırsaklarını temizleyen, bütün pisliklerinden arınan, sektörü temizleyen bir temiz eller girişimi gibi işleyeceği kanaatinde değilim. Bunun daha çok, tekrar o ceza-lütuf dengesi içerisinde, daha kontrollü, kontrol edilebilir aktörleri koruma altına alan, diğerlerini tasfiye eden, uzaklaştıran ya da etkisizleştiren bir sadeleştirme operasyonu gibi işleme ihtimali daha yüksek geliyor bana açıkçası. Tabii ki her sektörde, bütün o bozulmanın, o çürümenin bir yüzleşmeyle, bir hesaplaşmayla temizlenmesi en doğrusu. Ama onun olabilmesi için, bunun açık biçimde, kamuoyunun, medyanın, genel siyasi kurumların, sivil toplumun ve bütün toplumun dâhil olmasıyla cereyan etmesi lazım. Çünkü arınma, hesaplaşma, yüzleşme süreçleri, ancak böyle cereyan ettiğinde bir anlam ifade ediyor. Yoksa yine, o bozulmayı yaratan merkez tarafından, orada yeni bir tanzim hareketi hâlinde yürütülen işlerden, toplumun bütününe ilişkin çok faydalı sonuçlar çıkmıyor; birtakım çevreler öne çıkıyor, birileri tasfiye ediliyor. Nasıl daha önce başkaları öne çıkmışsa, o boşluk alanı çok sayıda aktörü kaldıramaz hâle gelmişse, birilerinin elimine edilmesi, oradaki paylaşımın düzenlenmesi gerekiyor. Bu hadise, senin dediğin nedenlerle sektörü de ciddi şekilde sarsabileceği için yürümeyecek. Ama zaten başlangıç niyeti itibariyle de bir arınma hamlesi mi, yoksa diğer alanlarda gördüğümüze benzer bir yeniden düzenleme operasyonu mu, onu süreç içerisinde göreceğiz.

Ruşen Çakır: Evet, Kemal, noktayı koyalım. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. Haftaya tekrar buluşmak üzere diyelim. İyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
15.11.2025 Sakin olan yine kazanacak
14.11.2025 Ekrem İmamoğlu’na erişimi engellemek mümkün mü?
13.11.2025 CHP’yi kapatabilirler mi?
12.11.2025 CHP iddianameye hazır mıydı? | Murat Aksoy değerlendiriyor
12.11.2025 Nihayet İBB iddianamesi: İlk izlenimler
11.11.2025 “Al evine besle” acımasızlığında son nokta
11.11.2025 Açık ve Gizli Köylülük: Toplu Savrulma | Tarık Çelenk ile söyleşi
10.11.2025 Selahattin Demirtaş çıkınca…
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
16.11.2025 İlk gizli tanığım “Meşe”yi geri istiyorum!
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı